Efes Short Trail 42K Yarış Raporu



Ida'dan Efes'e Seyir Defteri (Direkt yarış raporuna geçmek için aşağı kaydırabilirsiniz.)

2022 büyük bir ana hedefimin olmadığı, bazı ilkleri denemek istediğim (maraton, triatlon) ve artık aşina olduğum mesafelerde -10K, YM ve 30K üstü patika koşuları- derecelerimi geliştirmek istediğim bir yıl. Sporla ilgili etkinliklerden ilk zehiri aldıktan sonra (benim durumumda Aralık 2018'deki Geyik Koşuları) yaşanan sürekli hızlanma ve mesafeyi katlama telaşını dizginlemeye başladığım, "abi biraz sakinleşsek mi, aceleye gerek yok, belli ki bu işle çok uzun süre daha -koca bir ömür- ilgileneceğiz" diye kendimi telkin etmeye başladığım bir dönemdeyim. 

Ancak tez canlılık konusunda tamamen bir olgunluğa erişmiş olduğum da söylenemez. Aynı yıl triatlon, maraton ve 30+km'lik patika yarışlarını denemek istemek bunu gösteriyor olabilir. Tez canlılıktan, sabırlılığa doğru bir geçiş halindeyim demeliyim öyleyse. İlk maratonumu ve triatlonu geçen sene de denemek istiyordum esasen. Denk getirememiş, acele etmeye gerek olmadığını düşünmüştüm. Bu arada Triatlon Federasyonunu ve yarışlarını da yakından takip ediyorum. 19-20 Şubat'ta İzmir Duatlonu'na katılarak çoklu sporlara giriş yapmış bulundum. Çok kısıtlı bisiklet antrenmanı yaparak katıldığım bu standart duatlon'da doğal olarak koşum daha iyiyken bisikletten biraz süre kaybetmiş oldum. İşin sürpriz yanı ise sonuçlar açıklandığında 2 saat 38 dakika 58 saniye süren yarışımın, yaş grubum olan 30-34 yaş'ta üçüncü gelen arkadaşın 11 saniye gerisinde kalmasıydı. Kürsü beklentim hiç olmamıştı, yarış sırasında yaş grubumda üçüncü olan kişiyle yakın gitmemiz ve hatta tanışıp sohbet etmiş olmamız, yaş kategorisi açısından karşılıklı değerlendirmenin yapıldığını farketmiş olmama rağmen, ben ikimizin de kürsüden uzakta yarıştığımızı sanıyordum... Sorun değil, aldığım sonuç beni her türlü onurlandırmıştı ve duatlondan acayip zevk almıştım. 

Bu sene sezon planlaması yaparken 10 Nisan'da İzmir Maratonu koşmayı öncelikli hedefim olarak belirlemek istemiştim. Bizim takım (FK Running) full arazi koşucusu ve kimsenin asfaltta maraton koşmaya niyeti yok. Takımca Mart'ta Efes Ultra ve Nisan başında Alanya Ultra'ya katılma fikrinde ortaklaşınca, arada bir de İstanbul Yarımaratonu'nun girmesi derken, maraton'a özel 30+km'lik asfalt antrenmanlarına ve bu yarışların kendilerine ve en önemlisi dinlenme dönemlerine kesinlikle yer kalmıyordu. Ancak İzmir Maratonu'nun genç bir organizasyon oluşu, üzerine etkinliğe kısa bir süre kala tarihin bir hafta ertelenmesi bu organizasyonun genç olduğu kadar gayriciddi olduğunu da ispat etmişti. İlk maratonumu memleketimde koşma hayalimden yavaştan vazgeçiyordum ki bu vazgeçişin sağlıklı ve akla yatkın oluşu her geçen hafta daha da belirginleşti. Aralarında iki hafta olan Efes ve Alanya'daki organizasyonların ikisine birden gitmek de, ne enerjimiz ne de bütçemiz açısından mümkündü. Alanya'ya katılmayı her iki açıdan da daha güçlü olacağımızı düşündüğümüz yakın geleceğe bırakırken, Efes'e katılmaya karar verdik. Düzenleyici ekip Limit Sensin'le alakalı geçmiş geribildirimlerden ötürü önyargılı olmama rağmen, takım gidiyorsa gideriz, sonuçta rotamızı saatimize yükleyip koşumuza bakacağız organizasyon ne kadar kötü olabilir dedik. Hem ülkenin bu güzide köşesinde açacak papatyalarla baharı kucaklayacaktık. Seda 23K Meryem Ana parkuruna, ben de 42K Efes Kısa parkuruna kayıt olduk.  

Gel gelelim, Ida'da 36K koşacağım zamanki heyecanım bu yarış için aynı seviyelere gelmemekte direniyordu. Son bir ayda uzadıkça uzayan hafta sonu uzun koşularında patlar çatlar sıkılır olmuştum. İki saat koşmak hoşuma gidiyordu. 2,5 saat koşmak da okeydi. Ancak 3.saate yaklaşınca ve ola ki 3 saati geçiyorsa koşularım, kendime neden bunu yaptığımı sorgulamaya başlıyordum. "Ne gerek var abi" Yavuz'u içimde kurulan mecliste tek başına iktidara koşturuyordu. Hızlı koşmayı seviyordum. Bu kadar uzun süre ise hızlı koşamıyordum. Öyleyse bu kadar uzun süre koşmamalıydım. Ayrıca bir işi bu kadar uzun süre yapacak isem, bisiklete biner en azından seyahat ederdim. Neden Aydos'un zirvesine iki kere çıkıyordum? Bu isyanların sonu yoktu. Mevsim ise dönüşmeyi unutmuştu. Güneşi bir türlü göremiyor, içimizi ısıtamıyorduk. Efes'teki 42K yarışının çok uzun bir süre en uzun koştuğum yarış olacağına emin olup konuyu kapattım. Görelim bakalım nasıl olacaktı?


EFES

FK Running 42/61K: Elbey-Yavuz-Onur-Haydar ve Öner
Hava durumuna baktığımızda İda'daki korku filmi atmosferini sağlayacak bir yağmurdan, çamurdan bahsedemezdik. Amma velakin, bundan sonraki günlerin en soğuğu tam olarak yarışın olduğu güne tekabül etmekteydi. Bu sefer de "koşunca nasıl olsa ısınıyorsun, yarışta içlik giymeye gerek yok" diye bilmiş bilmiş ortalıkta dolaşıyordum. Uzun çorap, kısa tayt ve t-shirt kombinime sonradan çıkaracağımı sanarak kolluklarımı da ekledim. Bir de start'ta Seda'ya veririm diyerek yağmurluğumu sırtıma geçirerek ısınmaya başladım. Eksi 2 derece havada, Elbey'le birlikte start çizgisine geçtik. Yağmurluğumu çıkarsam mı diye deneme yapacak oldum ki Elbey bir baba edasıyla "sakın haa" deyince usul usul onun sözünü dinledim. Tüm yarışı yağmurluğum ve kolluklarımı çıkartmayı aklımdan geçirmeyecek şekilde koştum.

Bir yarışın nasıl koşulması gerektiği ile ilgili, ikinci yarıda patlama riski ile ilk yarıda haddinden fazla zaman kaybetme riski arasında ayar yapmak bir meziyet olsa gerek. Kendim için ne yapmam gerektiğini düşünüp duruyorken buna startta yer alana kadar karar verememiştim. 

42, 61 ve 120K koşacaklarla hep birlikte saat 7'de Efes antik kentin girişindeki alanda start aldık. Mekanikleşmiş bir atlet olmaktan gayet uzak, hisleri olan heyecanlı bir uzun koşu meraklısı kimliğime uygun davranarak bu his ve heyecanlara ayak uydurdum.


Başlıyoruz

2021 yılı boyunca bisiklet turlarını takip etmiş, bu yarışlarda olup bitenleri kavramsal olarak hayatımın geri kalanına uyarlamaya başlamıştım. Bu yarışta da zihnimi eğlemek için yaptığım buydu ve anlatımı da bu şekilde aktarmak istiyorum. Bu durumda start itibariyle en önden hızla çıkan grup kaçış grubuydu ki Mehmet Soytürk, Mestan Turhan gibi zehir zemberek isimler buradaydı. Kaçmalarına izin vermekten başka bir şey düşünmek akıldışı olurdu. Yaklaşık 6-7 kişiydiler. Akabinde takipçi grubundan hallice ufak bir  'peloton' oluşumu gerçekleşti, ve ben bu pelotonda kendimi buldum. 

Kaçış Grubu

Takipçi Grup
Koşu'da, bisiklette olduğu gibi bir rüzgar direncine karşı deryar oluşturmaktan kesinlikle söz edemezdiniz. Yani bir grupla koşmanın, tek başına koşmaya oranla size sağladığı hiçbir fiziksel avantaj olamazdı. Ancak, adımlarınızın ve nefesinizin uyum sağladığı birkaç kişiyle koşmanın psikolojik açıdan sağladığı bazı avantajlardan söz edebiliriz. Tabii kendinize uygun olmayan bir grupla koşmak bir süre sonra sizi koşmaya devam edemeyeceğiniz kadar yorabilir. Dolayısıyla sürekli bir hesap-kitap içerisinde bu gruba dahil olmayı bırakmayı düşünebilir veya o grubu çekmeye başlayabilir ve bir süre sonra da o grubu arkanızda bırakabilirdiniz. Netice itibariyle bir grup içerisinde olmak yarış başında kendimi iyi hissetmemi ve en önden uçarak gidenler dışında kalanlarla kendimi karşılaştırabiliyor olmamı sağlamıştı. İyi hissediyordum. 

Peloton
Derken, grubun önündeki üçlüden biri oldum ve ikinci giden koşucu saatinin rotadan çıktığımızı söylediğini belirtmeye başladı. Ben "arada bir diyor öyle ufak değişiklikler olabilir" diyecektim ki sahiden de işaret olmadığını ve köpeklerin havladığı bir 'özel mülk'e doğru koştuğumuzu fark ettik. Hemen geri dönerek, hızlıca peşimiz sıra bizi takip edenleri toparladık. Peloton olarak doğru yolu bulmayı başardık. Biz burada 1-1,5 dakika kadar kaybetmiştik. Sonradan öğrendiğime göre 23K'da yarışan Salomon atleti Gürkan ise kuvvetle ihtimal bizden çok daha hızlı bir şekilde bizim kaybolduğumuz yerden geçip kendini köpeklerin arasında bulmuş ve bacağından bir ısırık alarak maalesef yarışı bırakmak zorunda kalmıştı. 

Pamucak sahilini de kapsayan ilk 14 km, bu şekilde ikinci grup dediğim grubun önlerinde koşarak rahat bir şekilde geçmişti. Buradaki kontrol noktasında hızlıca su içtikten sonra Meryem Ana'ya (Bülbül Dağı) doğru olan tırmanış başlayacaktı. 7,5 km aralıksız sürecek olan tırmanış 42K parkurun en kritik kısmıydı. İçtiğim suyun soğuk gelmesinden midir bilmem, bağırsaklarım birden çalışmaya başlamıştı. Tırmanışın ilk kilometrelerinde, zorunlu malzemeler arasında yer alan sargı bezini farklı bir biçimde kullanmam gerekebileceğini düşünerek kendi kendimle dalga geçtim. Hiç değilse bu güzide zorunlu malzemeyi kullanarak boşuna taşımamış olacaktım. Bir süre sonra bağırsaklarım neyse ki ısrar etmeyi kestiler... (Zorunlu malzemeleri taşımak hususunda gönül su koymak istese de bizden taşımamızı istedikleri malzemeyi muhakkak taşımalıyız. İnsiyatif kullanmanın lüzumsuz olacağı bir konu bu.)

Meryem Ana Kontrol Noktasına yaklaşırken


Kovalanmak da neymiş!

Tırmanmaya başlarken birlikte koştuğum bir kişinin önden çıkmasını arzulamıştım. Ancak bu arkadaş çabuk kesilince takipçi peloton dediğim grubun en önünde kendimi tırmanışa başlamışken buluverdim. Önümde koşana göre hiza alarak kendimi değerlendirmelere tâbi tutabileceğim kimse yoktu. Önden giden grubu düşünürsek yakalayabileceğim birilerini asla göremeyeceğim de kesindi. Kovalanmaya, takip edilmeye ise hiç alışkın değildim. Bugüne kadar katıldığım tüm yarışlarda kendi kendimle yarışmıştım. Bu da öyle olacak sanıyordum. Bülbül dağını çıkarken ufak tefek sıralama hesapları yapmaya başlamıştım. Yine aklıma bisiklet yarışları geliyordu. Bisiklet yarışlarında dağ çıkışlarının ve sprint finişlerinin birlikte olduğu etaplarda zirveye ilk ulaşan kişi inişte düşmediği sürece yarışı kazanmış sayılırdı. Bu parkurun profili de baş ve son kısmı düz, ortası dağ çıkışı olan bir profildi. Öyleyse 40 kilometrelik bu parkurda da 23. kilometreye denk gelen zirve yarışın hayali sonu olmalıydı... 

Çıkış anında bunları düşünürken, sık sık yeterince hızlı çıkmadığımı sanmaya başlamıştım. En iyi ihtimalle bir pazar sabahı Aydos'un zirvesine çıkıyor gibi tırmanıyordum. Oysa bu bir yarıştı. Neden daha hızlı çıkamıyordum? Zamanın yavaş akmaya meyilli olduğu bu tırmanışlar, kendi kendinizle tartışmak için pek uygun değil. Bunun yerine ne kadar iyi bir pozisyonda olduğumu ve arkamdan gelenlerin henüz hala bana yetişemediğini düşünüp durdum. Bu şekilde 5 km tırmandıktan sonra ise kendi kendimle pazarlık yapmaya başlamıştım; "seni geçebilirler, sen çok iyi tırmanamazsın, seni geçerlerse üzülme, inerken nasıl olsa onları geçebilirsin, nolur üzülme, gücün yerinde inerken yardırabilirsin, hadi dostum az kaldı, ama üzülme..." ve nihayet iki kişi iyice yaklaştı. Bir tanesi geçerken hangi parkurda koştuğumu sordu, 40 dedim. "Az kalmış, dayan..." dedi... Henüz yarışımın yalnızca yarısı bitmek üzereydi. Ben de sordum, sizin hangi parkur? "120". Abim, gayet karizmatik görünüyor ve gayet iyi bir hızda tırmanıyordu, 40 km koşan beni sollarken verdiği enerji oldukça yapıcıydı. Saygılar, hürmetler abim diye içimden geçiriyordum ki beni geçen diğer kişinin de 61K parkurunu koştuğunu anladım. Bu sırada kafamda bir ampul yandı: en önden koşan grupta da 61 ve 120K koşanların olduğu, dolayısıyla kendi pozisyonumun sandığımdan iyi olabileceğini düşünmeye başladım.


Başkalarıyla Yarışmak

Sıcak Takip
Bisiklet yarışlarındaki hayali finish olan zirveye 23.km'deki Meryem Ana kontrol noktasına bu psikolojiyle gelmiştim. Kontrol noktasındaki  arkadaşlar oldukça nazik ve yardımcıydı, matarama suyumu koydular herhangi bir şey isteyip istemediğimi sordular. Birkaç dilim portakalı, kolayla birlikte yuttum ve matarama elektrolitimi doldurup yarışın kalan kolay kısmına koyuldum. Kontrol noktasına ben vardıktan çok az süre sonra birkaç kişi daha gelivermişti. Demin düşündüklerime göre bu kimseler artık birer rakipti. İnceden bir stres haline girerken, insanların numaralarının renklerine bakmaya başlamıştım. Kırmızılar 40K, siyahlar 61K'da idi. Bir kırmızı numaralının önüme geçtiğini görünce yokuş aşağı yardırmaya başladım. Öyle bir atak çekmişim ki yetiştiğimde arkadaş şaşırdı. Bu arkadaş yarışın geri kalanında kıran kırana kapışabileceğim birisi de olabilirdi, birazdan patlayan birisi de olabilirdi veya bu patlayacak olan kişi ben de olabilirdim. Sonuç olarak demek istediğim, kendi kendine yarışma halinin önüne canlı başlı bir rekabet etme hali geçmeye başlamıştı. Şahsen daha önce yaşamadığım bir duygu olmakla birlikte, 19 Şubat'taki İzmir Duatlonu'nda başıma gelenin tekrar etmesini de istemiyordum. Gözlerim açıktı. 

61K'da yarışan bir diğer koşucuyla birlikte benim rakibim olan 40K'da koşturan kişiyi takip etmeye başladık. Yeniden birisiyle birlikte koştuğum için mutluydum, ancak bir başkasını kovaladığım içinse çok hoşnut değildim. Kovaladığımız rakibim gayet iyi gidiyordu ve ben iyiden iyiye yorulmaya başlamıştım. 61K koşan arkadaşı parkur yol ayrımında uğurladıktan sonra, rakibimi kovalamaya devam ettim. Burada herkesin yarışla alakalı bahsettiği dik bir yangın yolu inişi vardı. O kadar dikti ki, kendinizi aşağıya bırakamıyordunuz. Tam tersi düşmemek için efor sarfetmeniz gerekiyordu. Biraz indikten sonra ben bu arazi şekline alıştım. Rekabetin şeytani aurasına kapılarak, kovaladığım rakibimin çok iyi inemediğini farkettim. Bisiklet jargonunda bu değerlendirilmesi gereken bir fırsattı, rakibin zorlanırken ona karşı atak çekerek araya mesafe koyardın ve böylece onu takip eden kısımda bezdirme şansın olurdu. Bunu düşündükten sonra aşağıya doğru saldırışa geçtim. Gerçekten de yangın yolu inişi bittiğinde 100 metre kadar öndeydim. Ancak arkadaş çetin ceviz çıktı, ben ise bisiklet yarışında olmadığımı fark ederek ayaklarımın yere bastığının iyice bir ayıkına vardım: çok yorulmuştum. Kısa bir süre sonra beni geçmesine izin vermek zorunda kaldım. Taş çatlasa 10 km sürmüştü bu yarışımız. Parkurun sonuna kadar devam etmesini düşünemiyordum bile. Keza 33.km'de resmen patlamıştım. Bir başkasıyla yarışmayı bırakın, parkuru nasıl bitireceğim bile benim için çözülmeyi bekleyen büyük bir probleme dönüşmüştü. 

Bunları düşünürken bir de ayağım takıldı ve sendeleyerek yere düşecek oldum. Hızlıca toparlanarak halimi soran arkamdan hızla gelen 23K koşucusuna ve demin beni geçmiş olan rakibime iyi olduğumu belirttim. Eldiven yere sürten ellerimi korumuştu, başka bir yerimde de sıkıntı yoktu. Akabinde yalnız koştuğum birkaç dakika yalnız koşmaktan büyük bir keyif de alırken, ufak çaplı bir duygu patlaması yaşadım ve gözlerim doldu. Bunun neden ve nasıl olduğunu tam bilmiyorum, daha önce de uzun ve zorlu bisiklet turlarımda çok zorlandığım 1-2 kez yaşadığım bir vaziyetti. Kendime olan şefkatimi ve saygımı tazeleyip aştığım bir nevi garip bir fizyolojik hadise sanırım. 


Farklı Renkler Farklı Yaşlar

Yarışın geri kalanı parkuru bitirmeyle ilgili problemi çözmeye çalışırken, arkamdan gelenlerin hangi parkurda koştuğunu anlamakla geçti. Neredeyse arkama bakmaktan boynum tutulacaktı ki, bu şekilde koşulamaz önüne bak diye kendimi uyarmak zorunda kaldım. İşin olumlu tarafı, artık 23K parkurundakilerle bizim parkurumuz birleşmişti ve arkadan gelenlerin çoğu, rengi yeşil olan 23K parkur numaraları ile gelmektelerdi. 

Yarışın bu son anlarında, arkamda beliren bir diğer kırmızı numaralı koşucu daha bana yaklaşmaktaydı. Kendime "bak işte ne kadar yavaşladın insanlar sana yetişiyor" diye kızarken, arkamdan bu kırmızı numaralının bağırdığını duydum: "kaç yaşındasınnnnnn???" İşte bu gerçekten yüzümü güldürdü. Yaşadığım tüm duyguları başkalarının da yaşadığını ve hatta bu insanların kendilerini ne kadar güzel ifade edebildiğine dalaletti bu. Hem belli ki, her şeye rağmen yaş gruplarında kürsüye oynayan insanlar arasında finişe gidiyordum. Beni geçerken bu soruyu sorana ben de yaşını sordum, 40+ imiş, ikimiz de huzura erdik...

36. kilometreye geldiğimdeyse bölüm sonu canavarıyla tanıştım: Efes Antik kenti önünden başladığımız yarış Selçuk Corpuza meydanı'nda bitiyordu ve bu 3 kilometrelik sert zeminde koşmak demekti. Dümdüz bir yolda kendimi zorlasam koşamayacağım kadar yavaş koşmak zorundaydım. Yani yaklaşık 6:20 pace ile. Bir arazi koşusunun sonunda neden böyle bir yol olduğuyla ilgili oldukça öfkelendim. Sonradan bunun  lojistik sebeplerden kaynaklandığını anlamıştım. (Yerel yönetimin Efes Antik kenti gibi turistik bir yerdeki alanı finiş alanı olarak gün boyu kullanmamıza izin vermeleri pek imkanlı değildi sanırım) Ancak o esnada tek yapabildiğim çeşitli lanetler okumaktı. Yol boyunca sıralanan banklardan birisine oturmamak için kendimi zor tuttum. Bu şekilde biten bir yarışın iyi bir şeyi hak etmeyeceğini bile düşünmüştüm. Neyse ki bu toksik düşünceler kendimi bir şekilde zorlayarak Selçuk merkezde tarihi sütunların yanındaki ara sokaklara attığımda aklımdan çıktı. Fikri abinin destek veren karşılaması ile son birkaç yüz metreye girdim. Finişte Faruk Hoca bekliyordu, tüm toksik düşüncelerden arınmış, nihayet hedeflediğim süre olan 3 saat 30 dakikada gelmiştim (son 10 dakika süreme bilerek bakmayıp, yalnızca kalan metreleri saymıştım) ve anlamsızca gülümsemekten başka yapabileceğim bir şey kalmamıştı. 

Finiş ikramlarından mercimek çorbasını alıp, masaj yapılan Medifiz çadırının yanına çöktüm. Burada görevli arkadaş özenli bir şekilde açma/germe hareketleri yaptırdı. Biraz acımakta olan sağ hamstringime bir şeyler sürüp beni ihya etti. Sağolsun! Organizasyonla alakalı herkes çok ilgili ve nazikti. Önceden okuduğum değerlendirmelerden önyargıya kapılmıştım ancak Limit Sensin ekibi bu etkinlikle birlikte güvenimi bir hayli kazandı. 

Parkur benim saatimin ölçümüne göre 39 kilometre çıktı. 42 km olarak duyurulan parkurun 42 km olmadığını zaten elimizdeki gpx dosyasından ve teknik toplantıda organizasyon görevlilerinin bizzat belirtmesinden biliyorduk. Vaktinde kim yanlış ölçtüyse, anlaşılan her yere 42K yazıldı ve belki de ellerinde 42K etiketli ürünler olduğu için bunu düzeltemediler. Bilemiyorum. Sanki 39 kilometre koşturmak boru değilmiş gibi olduğundan fazla gösterir gibi parkur ismini 42K saymak beni biraz rahatsız etti. Yapacak bir şey yok. Benzer sorunun 23K parkurunun yaklaşık 25 kilometre çıkmasında da olduğu için bu konuyla ilgili bir art niyet aramak çok manalı değil.


Ekipman vesaire

Hörgüçlü sırt çantamı emekliye ayırıp, güzel bir koşu kemeri edindim ve bununla koştum. 2 adet 500ml'lik flask'ımın bir tanesine, O. E. Singer'in Instagram'da belirttiği taktiğe uygun olarak jel koydum. Böylece jellerin çer çöpüyle uğraşmak yerine bu jelleri yudum yudum tüketebiliyor, arzu ederseniz farklı jellerden bir kokteyl dahi hazırlayabiliyorsunuz! Bir şeyi ilk defa yarışta denemeyin derler, ancak ben bu flask'ta jel işini yarışta denedim ve pişman olmadım. Aklıma yatmıştı bir kere. Diğer flask'ta sade su ile başladım. 23. kilometredeki Meryem Ana kontrol noktasında Wup marka kafeinli elektrolit karışımı ile suyumu tazeledim. Diğer kontrol noktalarında birer yudum su içmek yetmişti.

Arazi koşusu ayakkabısı yerine tabanı çok yumuşak olmayan bir yol ayakkabısı ile koştum. Gözlemlediğim kadarıyla yol ayakkabısıyla koşmayı tercih eden birçokları vardı. Parkur buna uygun.


Sonuç

Finişten geçtikten kısa bir süre sonra açıklanan canlı sonuçlara göre parkurumda genel sıralamada 7. olmuştum. Beni geçen 1 kadın koşucu olmasıyla, yaş grubunda kürsüye çıkma ihtimalim %100'e çıkmıştı. Bir süre sonra yaş grubum olan (39-)'de 2. olduğumu öğrendim. 

Seda da 23K parkurunda yaş grubunda 2.olmuştu. İşin garip yanı, numaralarımızın 4006 ve 2006 olması, onun kadınlar genelde 6., benim erkekler genelde 6. olması gibi diğer tesadüflerdi... Organizasyon ödül olarak çok şık bir Artemis heykelciğinin yanında, elektrikli süpürge de hediye edince biz eve iki adet süpürge götürüyor olduk. Koşuya çift olduktan sonra başlayan bir çift olarak başımıza bu hadiselerin çift halinde gelmesi hoş bir denklik yarattı.

Bu sonuçta sevgili hocam Faruk Kar'ın katkı ve yönlendirmelerinin payı olduğu kadar, hep birlikte antrenman yaptığımız takım arkadaşlarım ve bilhassa son 3-4 hafta Aydos'ta beni patlatıp duran Onur, Öner ve Elbey'in de büyük payı var. Bin teşekkür!


Strava Kaydı | Instagram | karaburun.yavuz@gmail.com 




Comments

Popular posts from this blog

Bu Bir Yarış Raporu Değildir

IDA Run Zeus 36K Yarış Raporu