IDA Run Zeus 36K Yarış Raporu


2019'da 15K olan Köy Koşusu parkurunu koştuğum Ida Ultra'nın 36K olan Run Zeus parkuruna kayıt olmanın üstünden 1 yılı aşkın bir zaman geçti. 2020'de koşmayı arzuladığım yarışa, organizasyonun Covid-19 yüzünden iptal olması nedeniyle gidememiştim. 

Geçtiğimiz yıl bu yarışa hazırlanırken amacım parkuru bitirmek olacaktı. 1300 metre kazanımlı bir 36K tamamlamak yeterince tatmin ediciydi. Hız antrenmanlarındansa yavaş ama uzun koşulara ağırlık verdiğim bir hazırlık dönemi yapmıştım o zamanlar. Neticede yarışın iptal olması ancak o kadar hafta antrenman hacmi arttırmış olmanın getirdiği bir yarış bitirme isteği, tatmin edilememiş bir arzu halinde kalmasın diye Seda'yla birlikte soluğu Aydos'ta almıştık ve yarış günüymüş gibi benzer bir mesafeyi kendi kendimizce Aydos'ta katetmiştik. 

Bir yıl sonrasına geldiğimizde ise mesafeyi tamamlamanın yanısıra, kendimi süre hedefi koyabilecek vaziyette hissediyordum. RUZ 36K henüz hala bu mesafelerdeki ilk yarışımdı. Ancak bu mesafeyi görece iyi bir şekilde çıkartabileceğimi anladığım antrenmanları cebime koymuştum. Aslında bir garip ruh halindeydim. Nisan 2021'deki yarı maraton'a 1:40:00 hedefi ile hazırlanıp 1:38:10 yapmış sonrasında sürekli iptal olma eğilimindeki koşu yarışlarının yarattığı "arzuyu giderememe" durumunu yol bisikletini hayatıma daha çok sokarak aşmıştım. Aynı anda hem iyi bir koşucu hem iyi bir bisikletçi olmanın imkansız olduğunu düşündüğüm yaz aylarında ibre hep bisiklete çevrilmişti ve koşu antrenmanlarım oldukça seyrelmişti. Gel gelelim Ida'nın takvimde yaklaştığını gördükçe koşu ayakkabılarım tekrar piyasaya çıkmış, bisiklet ise duvara dayandığı yerde iz bırakmaya başlar olmuştu. Haftalık antrenman hacmini 30-40'lardan hızla 60-70'lere çıkardığımız Ekim-Kasım aylarında, Seda ile birlikte çok sevgili Faruk Kar hocamızın takımına dahil olarak seçimimizi yapmıştık. 



Bu kısa ama hızlı sürecin sonuna doğru Ida 36K parkurunda hedefimi 3:45:00 civarı şeklinde belirledim. İşler yolunda giderse 3:35:00'leri zorlayabilir, kötü gidecek olursa 4 saate eyvallah diyebilirdim. 4 saatten sonrası ise işler gerçekten kötü gitmiş demekti. Patika yarışı tecrübeme göre biraz fazla iddialı bir öngörüydü bu aslında. Bu yüzden sesli dile getirmekten imtina ettim. Sonuçta 3:45:00, 2019 ve 2018 sonuçlarına göre ilk 10'da koşmak demekti. FK Running'e katılmanın akabinde antrenmanlarda tüm o haftalık antrenman yükünün içinde olmasına rağmen 4 hafta boyunca üstüste 10KM rekorumu geliştirerek 44:20'den 42:15'e çekince gaza gelmek doğrusu kolay olmuştu. Patikada ise işler çok farklı gelişebilirdi, bunu biliyordum ama henüz deneyimlememiştim.


Yarış haftasına girdiğimizde yarışın yağmurlu bir havada gerçekleşeceği kesinleşmeye başlamıştı. İç dünyamda bu konuyla alakalı cool takılıyordum aslında. Şeker değildim ki eriyeyim diyordum. Oysa ki Tip 1 Diyabetten mütevelli bir nevi şeker idim ve yağmurlu havada koşmak demek koşarken şekerimi ölçmem çok daha zor olacak demekti. Kendimi ölçüm yapmaya gerek kalmayacak şekilde yetiştirmeye çalışıyordum. Bu aşağı yukarı şu demekti, koşarken ne kadar sürede nasıl koşar ve ne yer içer isem kan şekerim başıma dert açmayacak seviyede seyredecek? İşte bunu antrenmanların 'dördüncü boyutu' imişçesine pratik etmekle yükümlüydüm. Yine de merak ettikçe ölçüm yaparak işin bu boyutuyla alakalı sorun olmadığına reel anlamda kani olmak iç rahatlatıyordu. Yoksa mesela biz tip 1 diyabetli sporcuların eminim ki bir alışkanlığıdır, tempolu performans gösterirken herkes gibi zorlandığımız anlarda bunun sebebinin öncelikle şekerimizdeki bir düşüklük veya yükseklik olup olmadığından şüphelenmeye meyilli olmaktayız, oysa ki çoğu zaman herkesin yaşadığı o yorgunlukla mücadele ve psikolojik çemblelerle başediyor olmamıza rağmen "lan şekerim mi düşüyor neden çok zorlaştı" endişesi baskın gelebiliyor. Bu yüzden ve de ateşi doğru zamanda harlamak -yani beslenmek için- ölçüm yapmak gerekli, bunun zorluğu ise ufak bir stres kaynağı. Yanımda yeterince hızlı karbonhidrat kaynağı taşıdığımın bilgisi ile bu stres kaynağını kendimce egale etmiş saydım. Kan şekerimin düşmemesine odaklandığım için biraz arzu ettiğimden yüksek seyretmesine neden olduğumu ise itiraf etmeliyim. 

Ancak yağmurlu havadan dolayı başımıza geleceklerin yalnızca ıslanmakla alakalı olmadığını anlamam için 12-14.kilometrelerdeki "garip arazi"ye ulaşmam gerekiyordu. Koşuda yağmurluğun en büyük kandırmacalardan biri olduğunu düşünerek şort-tişört ile başlıyorum yarışın başındaki duvarı tırmanmaya. Yağmurluklarla ve hatta içliklerle koşan herkesi büyük bir özgüvenle solluyor, şayet beni geçiyorlarsa da o kadar giysi giymiş biri eninde sonunda patlar diyerek devam ediyorum. 


Yarışı kafamda 6'ya ayırmıştım. Birinci kısım, 2,5 kilometrelik tırmanış açılışı. Sakin geçip fazla nabız yükseltmeden ısınacaktım. İkinci kısım ise martı Jonathan gibi süzülmek gerektiğini düşündüğüm 9 kilometrelik iniş idi. Hızlı gitmekten kaçınmayacak, 2019'da 15K'yı nasıl koştuysam bu sefer yine aynı şekilde koşacaktım. (15K köy koşusu ile 36K parkurun ilk 15 km'si aynı ve 2019'da 15K'da 1:29 yapmıştım) Üçüncü kısım bu 15K'nın 12-14. kilometrelerindeki zeytinlik tırmanışıydı. 2019'da burada patlamıştım. Yine zorlanacaktım ama daha iyi geçerim heralde diyordum. İşte yağmurun dönüştürdüğü doğa burada hepimize ilk sillesini yapıştırmıştı ve benim yarışla ilgili tüm hesap kitap işlerim peşinen 5-10 dakika rötar yemeye başlamıştı. Çamurla savaş! Öyle garip bir geçişti ki Newton'un yasalarını daha iyi hissedemezdiniz, kafanıza kasa kasa elma düşse daha iyi idi. Koşu bacakların sırayla öne doğru hareketiyle yapılan bir şey iken, bu geçişte ellerinizi de devreye sokarak adeta "twister" oynuyordunuz ancak ilerlemek de gerekiyordu. İki el iki ayak iki diz her noktadan toprakla temas halinde ve yaptığınız her hareketten T.C.'nin alkolden aldığı vergi kadar bir vergiyi toprağa enerji cinsinden geri veriyordunuz. Hayır bu koşu olamazdı, patika koşusu da olsa kabul edilemezdi, bu ancak Acun'un yarışmacıları maymun etmek için tasarlattığı bir total izleyici şovuydu... Bir tomar insan, zombiye dönüşmüş çamurlar arasında garip hareketler yaparak bu bataklıktan kurtulmaya çalışıyorduk! 

36KM'lik bir parkurda tüm planları tek bir yer değiştiremez tabii ki. Ancak RUZ parkurunun doğası gereği, 2,5KM tırmanış sonrası 9 KM'lik iniş akabinde yeni bir tırmanış sonrası çıkış-iniş frekansına göre ilk 12 KM'de arazinin ağırlaştığını pek de iyi anlayamıyordunuz. Bir nevi balayı idi bu kısım. Çamur hep vardı ancak henüz sorun haline gelmemişti. Bu kısımdan itibaren ise çamurla savaş teması parkurun kod adı haline geliyordu.
 
Her şeye rağmen 1:25'de gelmeyi arzuladığım Adatepe kontrol noktasına eklediğim 5 dakikalık "haklı rötar" hakkına bir dakika daha eklenerek, 1:31'de gelmeyi başardım. Bu noktada takımın ertesi gün 15K koşacak sporcuları ile birlikte Faruk Kar'ın büyük desteği moralimi oldukça yükseltti. Kendi kendime tamam dedim, bir süre iniş var 2.kontrol noktası olan Doyran'ın da içinde bulunduğu 6 KM'lik bölüm sonu canavarı olan tırmanışa kadar ufak tefek tepeler harici hızlanabileceğim bir rota olması lazım. Motor da ısındı, yardırırım. İşte bu asla olmadı. Kendimden beklediğim Avatar moduna girme hali ile güçlü ve tatmin alan bir koşucu sıfatına asla ama asla bürünemeyecektim yarışın kalanında. İnişlerde hızlanamıyordum çünkü çamurdan dolayı kayıp düşme, dengeyi kaybetme korkusu yakamı bırakmıyordu. Çıkışlar ise yine aynı çamurdan dolayı çok daha çekilmez bir hale geliyordu. Kendimi bu tip şeylerin olabileceğini biliyordum diye telkin ederek hedef zamanımı güncelliyordum... "Bu koşullarda 3:45 muazzam olur ama 3:35'i unut... 3:45 de zor be abi sen en iyisi 3:50'nin altında gel... Ya acaba 4 saat demiştik bir ara öyle mi şaapsak be olm... Doyran'a acaba 3 saati kaç dakika geçtiğinde gelirim... 5 geçe baya iyi, 10 da olabilir sanırım galiba..." Hatta birkaç kez kendimi hedef süre mevzusuna bu kadar kafayı taktığım için kendime kızarken buldum. Çok istediğim bir şeyi, gayet de iyi yaparken neden tatmin olmuyorum? Ah değersizleştirme canavarım. Seni şehirde bırakmamış mıydım?



Hayır yanılmayın ki parkur kendi şeytanlarınızla kavga etmenizi sağlayacak kadar sıkıcı... Neyse ki buna fazla fırsat olmadı. Mıhlı çayını geçerken yaptığımın koşu olmadığına artık ikna olmuştum. Önce yağmurdan dolayı taşan çayı dandik bir köprüden emekleyerek geçtik, sonra yine bu çayın normal şartlarda kıyısı olması gereken ancak o sırada çayın kendisi haline gelen, nasıl adlandırmak gerektiğini bilemediğim kısımlarından kâh bir duvarın üstünde yürüyerek, kâh piknik masalarının üstüne çıkarak ardı sıra geçip dururken tüm bunlara nasıl bu kadar hızlı adapte olduğuma dumur olmuştum. Tüm bunları sonraki engelde çoktan unutmuş ve zamanı hedef zamanım doğrultusunda kontrol ettiğimi düşünürken aslında zamanı tamamen durdurmuş gibiydim. Neredeyse 4 saat süren bir koşu nasıl bu kadar hızlı olup bitiyordu, bu bir paradoks olmalıydı. Çocukken içine girip çıktığım bir korku tüneli gibi. Ne olup bittiğini tam idrak edemeden, bir an korkup endişe edip bir diğer an şaşırıp sevinerek geçen koskoca dört saat. Roller Coaster.

Doyran'a doğru tırmanırken artık sesli nefes alıp verdiğim bölüm sonu canavarıyla boğuştuğum kısım başlamıştı. Bu 6 kilometrelik tırmanış 6'ya ayırdığım parkurun 5.kısmıydı ve 33,5'uncu kilometrede sonlanacaktı. Bisiklet jargonu ile düşünecek olursak, bu zorlu tırmanışın zirvesi aslında yarışın sonu demekti. Sonrasında yaklaşık 3 kilometrelik iniş sorun olmazdı, ben güzel inerdim... Ah! 33.kilometre'de önümüzde Altınoluk uzanıyordu. Manzara çıtır! Zirveye 1 km kala 40+ bir koşucu beni geçmişti, inerken ilk 500 metre tarttım, acaba pozisyonumu geri kazanabilir miydim. Hayır aramızdaki mesafe asla kısalmıyordu ve doğrusu bu iniş hiç de umduğum gibi tatlı değildi. Oysa ben güzel inerdim! Fena inmedim ancak inerken canım hiç bu kadar acımamıştı! Arkamdan gelen ayak sesleri de şiddetini arttıramıyordu. Bir noktada artık ne olacaksa olsun ben bittim demiştim zaten... 3:50'yi de geçmiştik... 3:53:45'te çizgiden geçtim. 



Değerlendirme...

Malzemeler,

Ayakkabı: Salomon Sense Flow.
Fiyatı uygun olduğu için edinmiştim. Hafif, tutuşu iyi, desteği az bir ayakkabı. Başta şüpheyle yaklaştıysam da denemelerim sonucu iyi anlaştığımızı düşündüğüm bir ayakkabı oldu. Genel olarak memnun kaldım ancak ayakkabıyı bu yarışla birlikte 200 KM kadar kullanmış oldum ve şimdiden yanlarının orta kısmı bir miktar açıldı. Global sitesine baktım, haftada bir kez kullanın diyorlarmış. Bir markanın en ucuz ayakkabısını almayacaksın kuralı geçerliliğini korudu diyebiliriz. Kısacası idare ediyor ama dayanıksız.
Parkur boyunca buralar tam Speedcross'lukmuş deyip durdum. Bir gün elbet bagajımızda 5 çift ayakkabıyla yarışlara gelip parkurun durumuna göre bir tanesini seçip koşarız. 

Çanta ve kemer: 1L hörgüçlü 5L decathlon çantasına ilaveten, Freebelt marka kemer ve 0,5l flask kullandım. Keep it simple stupid yani aptalcasına basit tut ki çok uğraştırmasın prensibine göre hatalı bir kombin oldu. Kemerin içindeki malzemeler kayıyor (bir adet jel düşürmüşüm), hörgüçlü çantalar ise zaten tam bir safsata. Elde olanı değerlendirmek adına bunu kullandım. Kontrol noktalarında doldurmak için ise flask'ı kemerde taşıdım. Ancak 2 adet taşıma aparatı gereksiz fazla. Bir dahaki ciddi yarışa çanta yenilenecek...

Hava yağışlı olmasına rağmen ılımandı. Favori şortum ve dikişsiz t-shirt'ümle koştum (decathlon). Yağmurluk diğer tüm zorunlu malzemelerle birlikte çantada gezdi. Zorunlu malzemeler hiç gerekli değildi (bardak, uzun kollu içlik, dezenfektan gibi) ve hiç kontrol edilmedi. Dürüstlük gereği taşıdık. 

Organizasyon, 

Oldukça eleştiriliyor. Ben eleştirileri biraz haksız buluyorum. Bence doğada gerçekleşen bu tarz bir organizasyon olabildiğince saydam kalmalı. Kendimi müşteri gibi hissetmek istemiyorum. Doğaya karışmak, onunla birlikte hareket etmek isteyen bir canlı olmak için bu yarışlara gidiyorum. Koşucu deneyimini artırır gibi gözüken birçok şeyin koşucuyu yaptığı eyleme yabancılaştırabilmekle birlikte, karbon ayak izini artırmakta. Ancak...

İşaretlemeler parkur boyunca yeterli gibi gözükse de köylerdeki kontrol noktalarına giriş çıkışlar tam bir muammaydı. Düşünün ki yüksek nabızla daha önce hiç gelmediğiniz bir köye koşarak gelip ayak basıyorsunuz, insanın bu esnada kendisini deli dana gibi adres ararken bulması pek hoş değil. 

Güvenlik ve acil yardımla alakalı mevzular... ihtiyacım olmadığı için eksikliğini hissetmemiştim ancak duyduğum şeyler pek parlak değildi.

Mıhlı çayını üstünden geçtiğimiz eski elektrik direği çok tedirgin etti. Havasından suyundan yararlanarak böyle güzel bir organizasyon ortaya çıkartan ekip, gerçekleştiği ortama bir hediye olarak doğal malzemelerden bir köprü yapsa, fena jest olmaz!

Sonuçta elimizde 2016'dan bu yana tutarlı bir şekilde büyüyerek gelişen bir organizasyon var. Sezarın hakkı sezara.

Seneye mutlaka geleceğiz.











Comments

Popular posts from this blog

Bu Bir Yarış Raporu Değildir

Efes Short Trail 42K Yarış Raporu